top of page

Eller Ceplere! Bu Bir Duygusal Alışveriştir!

  • Yazarın fotoğrafı: denizgumustekin
    denizgumustekin
  • 8 Mar 2021
  • 3 dakikada okunur

Her alışverişte kendimizi yeniden inşa ediyoruz! Ofis başarılarımızla, günlük iyiliklerimizle, ideolojik eylemlerimizle değil, alışveriş sepetimize eklediklerimizle çoklu kimliklerimizi besliyoruz.


Postmodern kültürün beslediği tüketim toplumda değiştirilebilir imajlara sahibiz. İçsel kimliğimizi derinlerde bir yerde bırakıp, reklamlarda dediği gibi daha güçlü bir ben için, özgür seçimler için, anı yaşamak için imajımızla birlikte kendimizi yeniden inşa ediyoruz.

Tüketimin kimliklerimiz üzerindeki bu büyük etkisi arzularımız ve fantezilerimiz üzerinden kalıcılığını parlatan kapitalizmin boşalttığı kalplerin sayısını da arttırıyor.


Postmodern kültürde attırılan belirsizlik tüketimde sonsuz çeşitlilik sunuyor. Etkilenen tüketiciler olarak faydacı alışverişimizi duygularımıza yönlendiriyoruz. Kimi zamansa bunu yaparken hedonik alışverişin de bir adım ötesine geçiyoruz. Kıyafet satın almıyor yaşam biçimi alıyoruz. Kişisel bakımımızı karşılamıyor umut satın alıyoruz. Zamanın kendini ilerletmesinin aksine koşarak gençliğimize varmak istiyoruz. İçinde yaşayacağımız bir ev değil tatil hayallerimizi yaşam alanlarımızın sınırları içinde tuttuğumuz hafta sonu tatil hayallerimize dönüştürmek istiyoruz.


Şimdi reklamlar: Sahip olacağın bir SUV’la hafta sonu koşusunda arkadaşınla buluşmaya ne dersin? Sahi aslında doğayla bütünleşmek istediğimizde çektiğimiz selfielerde gösterdiğimiz markalar bizi o doğanın içindeki güçlü karakterlerden biri mi yapıyor? Dev pençelerimizle kayalara tutunup, bir çita gibi 0-100’e 3.1 saniyede mi çıkıyoruz. Tabii ki hayır! Günlük mutlulukların peşinde koşarken kalbimizin boşluklarını asıl ihtiyaçlarımızı erteleyerek alışverişin yönlendirdiği rotalara çeviriyoruz. Ve maalesef yaşamın sıradanlığı içinde postmodern tüketime karşı kullanabileceğimiz bir Adblocker bulunmuyor.


Biçime daha çok ilgi duyan postmodern tüketiciler olarak inşa ettiğimiz doğacı kimliğimizle diğer kimliklerimizi sadece geçici bir süreliğine bertaraf ediyoruz.


Peki, ofise gidince sırada hangi benliğimiz var? Artık evin diğer odasına geçtiğimizi düşünürsek meşhur kahve zincirinin termos bardağının içinde market kahvesi var. İnşa ettiğimiz benliğimiz yara alıyor, sadece farkında değiliz. Tüketimin bizi de tükettiği sarmal bir yapının içinde yuvarlanıp gidiyoruz.



Ekonomik koşullarımızın içinde aslında üretici olan tüketicileriz. Sıkıştığımız kurgusal gerçeklik ve realite arasında benliklerimizi inşa etmek için her gün kendine hediyeler veren bir Noel Baba’ya dönüşüyoruz. Psikolojik ve duygusal ihtiyaçlarımızı alışveriş üzerinden tatmin ederken sosyal yaşamımızda bunalımlarımızı yaşamaya devam ediyoruz. Reklamların aşıladığı ve yönlendirdiği tüketiciler olarak kendi benliklerimiz arasında geçiş yaparken, dev kampanyalar şehrin her noktasında karşımıza çıkarken, dijital medyanın bombardımanının altındayken gerçek duygusal ihtiyaçlarımızla yüzleştiğimiz bir an yaşıyoruz. Tam da bu noktada bilinçaltımızın gerçek dünyaya karşı güvensizleşmeye başladığını hissediyoruz.


Bireysel olarak mutsuzlaşan tüketiciler olarak, alışveriş merkezine gittiğimizde elimizdeki alışveriş poşetleri ve sırtımızda kalbimizin ağırlığıyla kendimizi yeniden tanımlayacağımız, biçimlendireceğimiz tüketim metalarını satın alıyoruz. Çünkü reklamlarla ürünlerin temel ihtiyaçları karşılayan boyutu tüketicinin hiç hissetmediği, düşünmediği, yaşamadığı arzuların hayaline dönüşüyor.


Tükettiğimiz her şeyin içinde kendimizi tüketmeye başlayan tüketicileriz. En sonunda bakışlarımızı ve cüzdanımızı bedenimize yöneltiyoruz. Konuyu es geçmeyen Baudrillard “Bedenin etrafını kuşatan sağlık, perhiz, tedavi kültürü, gençlik, zariflik, erillik/dişilik saplantısı, bedenle ilgili bakımlar, rejimler, fedakârca uygulamalar, bedeni kuşatan arzu söylemi bunların hepsi bedenin günümüzde kurtuluş nesnesine dönüştüğünün tanığıdır.” diyor. Kurtuluş için kendimize en yakın hissettiğimiz, sadece bize ait olan bedenimiz, kendiliğini reklamların aydınlattığı ışıkların altında buluyor.


Bedensel ve cinsel arzuları da mercek tutan reklamlar kimliğimizle ilgili dolaba kaldırdığımız korkuları ve güvensizliklerimizi evin tam ortasına koyuyor. Salonun içindeki zürafayı görmemek imkansızlaşınca korkularımızı kontrol altına alacak, kimlik tatminimizi en üst seviyeye çıkaracak çözümleri satın alıyoruz. Kapitalizmin metalaştırıcı malzemeleri için ideal bahçelere dönüşüyoruz.


Ürünlerin neyi temsil ettiği büyük önem kazanırken nesneler öznelliklerini yitirerek bireysel hedonik simgelere dönüşüyor.

Daima mutluluğun peşinde koşan tüketiciler olarak mutluluk vadeden, her anı, her maddeyi hazla bağdaştıran postmodern toplumun alışveriş düşkünleriyiz. Reklam kampanyalarıyla tetiklenen duygusal boşluklarımızı alışverişle dolduruyor gerçek olanla değil, gerçeğin olmasını istediğimiz haliyle yaşıyoruz.


Elimizdeki telefonda, bilgisayarın başında, alışveriş merkezinin kapısında nerede bulunduğumuz veya kim olduğumuz önemli değil. Tasavvur ettiğimiz gerçekliğin içinde inşa ettiğimiz benliklerimizle elimizi cebimize götürüp kredi kartlarına sırtımızı yaslarken keşke fişlerin arkasında kalbimizdeki boşluğu gerçekten nasıl doldurabileceğimiz yazsaydı.


Sıkı durun, ördüğümüz bu hayat biçimi duygusal alışveriş içerir!

Comments


© Copyright 2021
bottom of page